ben beni bulamıyorum
her taşın altına baktım eminim
her söze, her dizeye
yalanlara, gerçeklere
tümüyle baktığıma eminim
ben beni bulamıyorum işte
içimden bir ses öldün sen diyor
bir seste; hala bir ümit var
peki, itmekle ne kadar yol alınır
ya her attığım adımda
bıraktığım parçalarla tükenmişsem
bana yol göster
beni bul
sadece bir dokun
sadece bir sarıl
belki bir tebessüm
ya sendeysem?
ya elini uzatman koparıp alacaksa beni
bu boşluğun içinden
beni bul...
ben başaramadım
sen de kaybettiğim beni bulmayı
beni bul
Hayal nedir? Zihinde canlandırdığımız ve gerçek olmasını beklediğimiz ama hiç gerçek olmayan şey mi? Gerçeklik ve hayal ne kadar aynı cümle içerisinde bir beklentiyle ve gerçekleşme olasılığı ile sabit tutulabilir?
Peki... Hayalleri hayal yapan en temel şey nedir? Kusursuz bir canlandırma olması ya da gerçekleşmeden gerçekleşmiş gibi tüm zerremizle hissetmemiz mi? Dur! Aklıma takılan bir şeyler daha var. Hangi hayalin gerçekleşti? Gerçekleşe bilecek olan şey hayal midir? "Bir çikolata istiyorum ve yarın gidip alacağım" demek içinden ve ertesi gün gidip almak hayal kategorisine girmiyor, biliyor olmalısın. Daha ilerisinden daha derininden bahsediyorum. Bir ağaç gibi... Şimdi ağacı canlandır zihninde ve baktığın zaman arka kısmını göremiyorsun hiç. Dön, dön ve dön... Gözlerinin yetemediği koştukça bir tarafların hep silindiği... Neler geliyor aklına? O göremediğin ama koştukça o tarafları da gördüğün bütün olmadan, yarım olarak gördüğün o şey gibi değil mi hayallerinde. Hep aklında ama gün geçtikçe siliniyor da. Yetişmek zor geliyor bir süre sonra.
Asıl mevzuya gelirsek benim hiç hayallerim gerçekleşmedi. Zaten hiçbir zaman bulamadım ki; hayaller hayal oldukları için mi hayaldirler yoksa hayal olarak kalmaları gerektiği için mi?
taşlar atıyorlar bazen bu eve
şeytan taşlar gibi
bizim evimizi yıkıyorlar
ve içinde son kalan biri varken
korkutuyor beni sesin
korkuyor beni sessizliğin
psikopat gibi
sende de, sensizlikten de
yıldızlar kayıyor bazen
gönlümün şu gökyüzünde
her biri bir hayal
hayalleri yıkmak niye?
yırtıyorum gökyüzünü
çığlık atıyorum duy diye
bedenimi kemiriyorum
düşlerimle
yıldızlar,
hala gökyüzünde
birer birer yitip gidenler varken
sonu gelmeden, gelsen...
kolay değil biliyorum
aynı çatı altında kalmak
özgürce koşmak varken kırlarda
ayaklarına batan taşlarla
ayaklarıma batmasından bıktığım taşlarla
tam sığınmışken bir çatıya
mutluyuz sanmıştım
mutlusun sanmıştım
ayın ışığı ikimize de yeter sanmıştım
yalan olsaydı aşk,
bu kadar güzel parlamazdı sanmıştım
her sanılgı
bir yanılgıymış oysa
çöküyor gökyüzü artık
karınlık geliyor uzaktan
tekrar tekrar yırtıp, diktiğim o gökyüzü
ve sessiz, soğuk bir son...
yağmurları sevdiğimi söylemiş miydim?
peki ya senin yağmurlara benzediğini,
yağmurlarla sevdiğimi seni
yağmurum olduğunu
üzerime yağan
düşlerimde baskın olduğunu
neyim varsa alıp götürdüğünü
sırf yolunu bulmak için mi desem
ben mi çıktım yoluna
rotan mı buydu ?
hayır, yaz yağmuru değilsin sen
sıcak bir hava eşliğinde değildi senin yağman
daha çok fırtına
daha çok yıkım
daha çok soğuk
sonumu hastalığa götüren
sen yağdın
sen akıp gittin ömrümden
önümden
geceden
gündüzden
yolların hala ıslak
şarkılar hala hüzün
sen yağdın göklerden
yağdın gittin
yağmasan kuraklık
haklıydın belki gitmekle
her giden suçlu değildir
her kalanda
peki ya önemli olan suçluyu bulmak mıdır
yoksa yüzüne çarpan damlaların
etrafını saran o sevginin
yerini bir hiçin alması mı ?
sen yağmurdun
en çok sevdiğim şu dünyada
huzur getiren
sen yağmurdun
gözlerimin önünde akıp giden
durdurmaya yetemediğim
sessizleştiren
sen yağmurumsun
beni güneşli havalardan nefret ettiren
sensiz yapamam
sana ihtiyacım var
yeniden yeşermek için
sadece umutlarım değil
her şey için
sana ihtiyacım var
sadece bana yağ
başka hayatlara değil
Herkes bir şeyler biliyor.
Herkes bir şeyler hakkında yorum yapıyor. Konuşuyor, konuşuyor ve konuşuyorlar. Herkes ama herkes bir şeylerin peşinde. Herkes o kadar çok biliyorsa eğer neden hâlâ konuşmaktan öteye gidemediler ki ? Konuşmak, halletmek değil ki.
Biri gittiğinde, bırakılan kişiye "üzülme" denilince bir şey mi oluyor ? Biri öldüğünde, "başın sağ olsun" denilince her şey yoluna mı giriyor ? Anlamıyorum ya da siz anlatamıyorsunuz, bilmiyorum. Ama artık, biraz susmalısınız. Susun ! Siz konuşunca bizim parçalarımız tamamlanmıyor. Hemde hiçbir şey hallolmuyor.
Her şeyin çaresi vardır diyorlar ya en çok ona gülüyorum. Ölümün çaresi var mıdır ? Yalnızlığın, ailesizliğin. Çok fazla dibe vuruyoruz. Gereğinden bile fazla. Bir yerlerimiz de hiç durmayan bir kanama var ve siz konuştukça onu daha fazla deşiyorsunuz. Yorum yapmayın mesela. Bırakın acılarımız bize kalsın. Acılarımızı bile özgürce yaşayamıyoruz. Sırf insanlar etrafına toplanmasın diye acısını belli etmeyen, hep gülen insanlara dönüşüyoruz. Lütfen ama lütfen artık susun !
Kasım ayı aşk ayıdır, öyle derler. Hatta kasım ve aşk kelimelerini birçok yerde beraber görebilirsiniz. Ayrılmaz ikililer. Kasım dediğinizde o cümlenin içinde mutlaka bir yerlerde aşk kelimesi vardır. Görmezseniz bunu kıyamet alametine yorumlayabilirsiniz (!)
Neyse... Şaka bir yana sahiden kasım ve aşk nasıl oldu da bu kadar bilindiler. Bir filmde geçti ikisi o kadar. Siz sahiden kasımda aşık oldunuz mu ? Kasımda hayatınızın dönüm noktasını yaşadınız mı ? Eğer cevabınız evet ise; ilginç.
En çokta neye gülüyorum biliyor musunuz ? Kasımın arkasından hemen Aralık ayının gelmesine çok gülerim. Biri aşk ayı diğeri ayrılık. Tüm her şeyi 30 güne sığdırdınız sığdırdınız yoksa öylede böylede ayrılıkla karşılaşacaksınız. Bari ayrılığı dolu dolu yaşadığınız mutlulukla karşılayın, değil mi ?
Şimdi yine aynı şeyi yapıyorsun. Bayım, yoksa yapıyorsunuz mu demeliydim ? İlk önce iki yabancı olarak başladığımız sonra sen ve benden, bize döndüğümüz o yolu katbekat geriledik. Yine iki yabancıyız. Yine en baştayız fakat tek fark birbirini tanıyan iki yabancı olmamız.
Sözler verildi, ağlandı, gülündü her şey tamam oldu. Bize verilen en son ve zorlu görevi de başarıyoruz; birbirimizi yok sayıyoruz. Tebrikler! Birbirimizden bolca zaman kaybı olacak ve bir o kadar da zaman kaydı olacak şeyler kazandık. Şimdi ise gitme vakti. Yolların darlığı, uzunluğu kimsenin umurunda değil. Gece ya da gündüz olması da. Tek ve tek umurumuzda olan şey birbirimizin olduğu şehirden kilometrelerce öteye nasıl kaçacağımız.
Yeni aydınlıklar arayacağız; birbirimizden gitmeyi başardığımızda. Sen gidebileceksin, bende gideceğim biliyorum; fakat ikimizde aslında aynı yerde sekip duracağız. Ne kadar uzaklaşmış olsak da, aslında aynı yerde olacağız.
Şarkılar nasıl tanımlanır ?
"Türk edebiyatında bestelenmek amacıyla yazılan millî bir nazım biçimi olup halk edebiyatındaki türkünün karşılığıdır" diyerek mi tanımlamak lazım yoksa "Bir yazarın kaleminden satırlara düşen cümlelerin, güzel bir ezgiyle dile gelmesidir" mi demek lazım. Sizce hangisi ?
Bence en güzeli hepimizin, tüm insanların ikinci hayatı diye tanımlayabiliriz. Kabul edelim. Hepimiz şarkıları yaşıyoruz. İçimize kadar işliyorlar ve beynimizde bambaşka bir hayatı ortaya koyuyorlar. Hayallerimizi canlandırıyorlar. Hatta bazen çok ileriye gidip de yapmak istediklerimizi ama yapamadıklarımızı bile yapıyorlar.
Şarkılar, bazen onları kıskanmıyor da değilim. Çok başkalar. Biliyorum. Senin, benim, bizim yazdığımız kelimelerin topluluğu yani bi' kaç cümleden ibaretler belki ama görünürde sadece böyleler. Aslında çok başkalar. Bi' kelime bile bi' ömür gibi. Bambaşkalar.