Yıpranmak... Bir kağıdın renginin değişmesi, bir kağıdın kenarlarının buruşması, hafif küçük yırtıklara maruz kalması... Evet, tam anlamıyla yıpranmak bu benim dilimce. Bir kağıt eşittir bir insan. Rengimiz solar, kalbimiz parçalanır, oramızı buramızı yırtarız da yıllarca bir değere hak görülmeyiz. Hatta genelde kör gözler karşısında çıplak dururuz. Tamamıyla çıplak. Bariz buradayız deriz, bağırırız tüm sokaklarda da, şansa bak! Şehrin insanları sadece kör değil, üstüne bir de sağırlar. Şans işte...
Yıprandım. Yıprandık. Sözde hiçbir emek karşılıksız kalmazmış. Evet, mutlaka karşılığını alırız, cezalarımızla. Doğru. Kanıtlamıştır çoğu insan bunu. Ama umut o kadar kötü bir şey ki yıprandım dedirtiyor insana, öldüm demeye dil varmıyor da.
Bir de şey var bak; neden yıprandığımız. Konu aşk mı, çevre mi, iş mi, aile mi yoksa temel olarak hayat mı? Senin için ne? Bana sorarsak hayatı temel olarak yıpranma konusu edinmek hayata karşı bir negatiflik. Ama düşünürsek eğer bir binayı, temeli kötü olan binanın, yanlış yere güç bela inşa edilen bir binanın olumsuzluğu kabulümdür. Hiçbir bina deprem bölgesine berbat bir temelle atılmamalı.
Karşına geçip yıprandım, yoruldum demek istiyorum. Karşına geçmeye güç bulunca... Cesaret değil yalnız, güç.
Aynaya dönüp kendine bakmanı istiyorum. Bir düşünmeni, bir kere olsun bir damla göz yaşı dökmeni. Haklıydın demeni değil yanlış anlama ama bir kere de olsa yıpranmış olduğunu seninde kabul etmeni. Hepimiz yıprandık, hepimiz. En çokta yıprattık. Bir başkasını değil, kendimizi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder